“Türk Nikon Konuk Fotoğrafçı” serimiz ile sizlere birbirinden değerli fotoğrafçıları tanıştırmaya devam ediyoruz. Dijital fotoğrafçılığın doğal sonucu olan fotoğraf tüketimine biraz olsun ara vermeye hazır mısınız?
“Türk Nikon Konuk Fotoğrafçı” serimizde bugün sizleri Ümit Alper Tümen ile tanıştırıyor olacağız. Ümit Alper Tümen bizlere “Hayatımın Yolculuğu” olarak tabir ettiği Hindistan seyahatinin fotoğraflarını tüm öyküsüyle aktarıyor olacak. Eğer internette gezinmeye kısa bir mola verdiyseniz, Ümit Alper Tümen ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
Ümit Alper Tümen, 1970 Konya Ereğli doğumlu. Baba; Ziraat Yüksek Mühendisi, Anne; Ev Hanımı, 4 erkek kardeşten en büyüğü. Küçük yaştan beri ilgi duyduğu fotoğrafa babasının 1987 yılında aldığı basit! bir fotoğraf makinesi (CMEHA) ile başlar. 1989 yılında girdiği Çukurova Üniversitesi’nde 1989-1994 yılları arasında hem Ziraat Fakültesi hem de Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Sanatı Bölümünü okudu. Fotoğraf bölümüne girebilmesi için gerek koşul SLR makine sahibi olmaktır. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle profesyonel bir SLR alamaz. Tam bu noktada kardeşi; öğrenim kredisi ile ona Zenith 12 XP fotoğraf makinesi alır, daha sonra devlet memuru olan babası; 20 yıllık birikimi ile Mersinde yaptırdığı evin 1 yıllık kirasını kendisine vermesi ile ilk profesyonel fotoğraf makinesi olan Canon A1 modelini 7 Mart 1992 (2.el) tarihinde alır. 1996 Yılında Nikon FA (2.el), 19 Şubat 2004 tarihinde Nikon F80 (yeni), 28 Ekim 2007′ de Nikon D50 (2.el), 2 Temmuz 2008′ de Nikon D80 (2.el) ve son olarak 28 Haziran 2009’da Nikon D90 (yeni) alarak Sanat Fotoğrafı çekmeye devam etmektedir.
Portre, belgesel ve gündelik yaşama dair fotoğraflar en sevdiği fotoğraf konularının başında gelmektedir. Çekilen fotoğrafta çok mecbur kalınmadıkça aşırı dijital müdahale ve kadrajda yapılan kırpmaya sıcak bakmamaktadır. Önceleri hobi daha sonra ise tutkuya dönüşen Fotoğraf Sanatçısı olarak yetişmesinde maddi-manevi katkıları olan başta ailesi, sonrasında ise kendisine fotoğrafı sevdiren ve dünyayı farklı bir gözle görmeyi öğreten değerli fotoğraf hocası diş Hekimi M. Sina COŞKUN beye ve bu yolda karşısına çıkıp destek veren herkese çok teşekkür ediyor.
Fotoğrafçı ile ilgili görüşü:
Fotoğrafçı; Olaylara ve konulara kimsenin bakmadığı açılardan bakıp, gören ve kaydedebilen kişidir. Bir anlamda zamana ve olaylara tanıklık etmektedir. Fotoğrafçı, Bir fotoğrafın aynısının milyarlarca kare çekilse bile kesinlikle ilk çekilen fotoğrafla aynı olmayacağının bilinciyle fotoğraf çeker. ÇÜNKÜ FOTOĞRAF ÇEKTİĞİ O AN EŞSİZDİR…
Fetihpur Sikri 1570 – 1586 yılları arasında imparator Ekber zamanında Moğol hükümdarlığının başkentiymiş. Daha sonra bu şehirin, su yetersizliği nedeniyle terk edildiği söylenmektedir. Günümüzde ise burası mükemmel biçimde korunmuş bir hayalet şehirdir. İmparator Ekber, kendisi müslüman olmakla birlikte diğer dinlere olağanüstü bir hoşgörü ile yaklaşmış, zamanının çoğunu da Fetihpur Sikri’de dini ve evrensel konuları okumak ve tartışmakla geçirmiştir. Büyük dinlerin temel düşüncelerini bir araya getiren “ İlahi Din “ isimli yeni bir din kurmaya bile kalkıştığı söylenmektedir.
Burayı gezerken kendimizi 1500’ lü yıllarda gibi hissettik. Bir sürü salona benzeyen galeriler, mezarlarla doluydu. Tüylerim ürperdi ama erkeğiz ya, aşkıma söylemedim tabii. Bu arada yaşlı ve kendini uyanık zanneden bir hintli bizi saf görmüş olacak ki yanımıza gelerek bize rehberlik yapmak istedi. Hindistan’da ilk günlerimiz olduğu için adama kibarlık olsun diye evet dedik. Daha sonra anladık ki Delhi’den aldığımız LONELY PLANET kitabı yanımızdaysa rehber de dahil hiçbir şeye ihtiyacımız yok.
Zannettik ki; Adam, bize bilmediğimiz yerleri gezdirecek ama hiç de öyle olmadı. Zaten gezeceğimiz yerleri yalandan da olsa şöyle bir dolaştırdı ve tur bitince, rehberlik hizmetini tahsil etmek için elini açtı. Bizi saf zanneden ihtiyara bir ders vermek için onun hayal ettiği rakamdan az bir para uzattım, fakat başladı duygu sömürüsüne ama kendini uyanık zannedip bizi kandırmaya çalıştığı için daha fazla para vermeyerek hemen ana kapıya doğru yöneldik. Çünkü akşam olmak üzereydi ve şehrin aşağısında gitmediğimiz yerlerini görmek için vaktimiz azalıyordu.
Bu kadıncağızı şehrin bittiği en aşağı noktadan yukarı doğru çıkarken buldum. Bir iki bakışmadan sonra artık nasıl baktıysam, kadın fotoğrafını çekmem için izin verdi ve diğer arkadaşı da onun fotoğrafını çekmemi kıskanmış olacak ki, tam deklanşöre basarken kadının arkasından geçerken bana doğru baktı.
Nikon D50, Sigma 12-24 mm Perde hızı 1/60 f5.6 24 mm de
FETİHPUR SİKRİ: Agra’nın 40 km. kadar batısında kurulmuş olan bu şehir 1570 – 1586 yılları arasında imparator Ekber zamanında Moğol hükümdarlığının başkentiymiş. Daha sonra tahminen su yetersizliği nedeniyle terkedilmiş. Günümüzde burası mükemmel biçimde korunmuş bir hayalet şehir durumundadır.
Bir rivayete göre; İmparator Ekber Şah, Sikri adlı bu şehirde ermiş Selim Chisti’yi ziyarete gelmiş, erkek çocuğu olmadığından ve tahtı bırakacak varisi bulunmadığından yakınmış. Ermiş Chisti, ona bir oğlu olacağı müjdesini vermiş. İmparator, doğan üç oğlundan birine Ermiş’in ismi olan Selim ismini koymuş. Daha sonra yeni, düzenli, planlı bir şehir kurmuş ve başkenti buraya taşıyarak Fetihpur Sikri adını vermiş. Kısa süre sonra tahminen su yetersizliği nedeniyle buradan göç edilmiş.
Fotoğraftaki adam, bu hayalet kent içerisinde bulunan, türbedeki Selim Christi’nin mezarına konmak için gül yaprakları satıyordu. Türbeyi ziyaret edenler, bu adamın sattığı gülün yapraklarından alıp, türbedeki mezara koyuyorlardı. Bende fotoğraf çekmek için izin istedim.
Nikon D50, Sigma 12-24 mm Perde hızı 1/13 f7.1 24 mm elde (yerde sürünerek) çekim
Onu, Haridwar’ın dar sokaklarının birinde, birlikte alış-veriş yaptıkları, 3 kadın ve 1 çocukla birlikte gördüm. Adamda ilk farkettiğim şey; Kulağındaki kocaman küpe, kafasındaki uzun sarık, kırmızı gözleri ve çok sert görüntüsü idi. Ne yapıp yapıp bu adamın fotoğrafını çekmeliydim ama nasıl? Etraflarında çaktırmadan tur atıp fotoğraf çekmek için izin istemeye çalışıyordum ama adamın görüntüsünden ne mümkün.:) Ayrıca izin vermeme olasılığı da var. Sigma 70-300 mm tele objektif kameramda takılıydı. Sokak dar ve güneşin ışığı az geliyordu. Her fotoğraf çekmeye yeltendiğimde düşük ışık koşulları nedeniyle kameram perde hızını düşük veriyordu. Hem onlar hareketli hemde elde çekim yaptığım için kameranın titreme olasılığı vardı. O zamanlar titreşim engellemeli VR’ li lensler pek yaygın değildi. Aslında yaygındı da bende maalesef her zaman olduğu gibi yine para azdı. Ancak bu lensi alabilmiştim..:) Tıpkı bir FBI ajanı gibi elimde fotoğraf makinası olduğu halde uzak ve güvenli bir mesafeden fotoğraflarını çekmeye ve dikkat çekmemeye çalışarak peşlerinde bayağı dolaştım. Aynen sevdiği kıza açılamayan çocuklar gibiydim. 🙂 Çektiğim fotoğraflar maalesef çok iyi değildi. Bu arada aşkım; Bundan sonraki durağımız Himalayaların eteklerinde 2000 m yüksekliğindeki Dharamsalanın soğuğu için kendisine kazak bana da eşofman bakıyordu. Benim gözüm ise grupta ama artık birşeyler yapmam gerekiyordu. Çünkü sokağın, caddeyle buluştuğu ve herkesin kendi yoluna gideceği noktaya gelmemize çok az kalmıştı. Tüm cesaretimi toplayıp bu sert görünümlü adamdan izin istedim ve adam izin verdi. Sonra hiçbir insanın görüntüsüne göre hüküm vermemek gerektiğini bir kez daha anladım.
Nikon D50, Sigma 70-300 mm perde hızı 1/100 f4 70 mm de elde çekim.
Haridwar; Hintlilerin ünlü yok edici Tanrısı Shiva’nın (Şiva) bulunduğu yer anlamına gelmektedir. Burada Shiva’nın 25-30 m yüksekliğinde dev bir heykeli bulunmaktadır. Burası, Hindistan’da 1 ayda ziyaret ettiğim 10 şehir arasında kilometre kareye düşen dilenci sayısı itibariyle herhalde birinci sırada yer alırdı. Dilencileri anladık da birde bağış toplayanlar var ve bağış yaptığımız halde turist olduğumuz için sürekli para tacizine uğruyorduk. Sürekli gelip DONEYŞIN, DONEYŞIN, (DONATION=BAĞIŞ) diye bağış istiyorlardı. Sonlara doğru artık kızmaya başladık. Çünkü hiç bıkmıyorlar sormaktan. Gittiğimiz Kasım ayı Hintlilerin hac mevsimi olduğu için tüm hintliler kutsal saydıkları şehirleri daha doğrusu Ganj nehrinin kollarının veya kendisinin içinden geçtiği yerlere gidip kutsal banyolarını yaparak ibadet ediyorlardı. Dilenciler ise her yerdeydiler. Düşünün bir ülkede 100 milyon yani Türkiye nüfusundan daha fazla insan sokakta doğup, büyüyor ve yine sokakta ölüyor. Bu insanlar ayda 1 doların altında bir gelirle yaşıyorlar. Yanlış okumadınız AYDA 1 DOLARIN ALTINDA BİR GELİRLE YAŞIYORLAR.
Fotoğraftaki bu dilenci kadın da sokağa oğlu ile oturmuş dileniyordu. Kadının saçının ön kısmındaki KIRMIZI boya; Onun evli olduğunu gösteriyor. Kadının teleobjektifimle uzaktan fotoğrafını çekmeye başladığımda; başlarda fotoğraflarının çekilmesine alışık olduğu izlenimi veren pozlar veriyordu. Son karelere doğru özellikle bu karede ise sanki utanmış bir hali vardı.
Nikon D50, Sigma 70-300 mm, perde hızı 1/200 f4.2 120 mm elde çekim
Hindistan’da çektiğim 4.900 kare fotoğrafa aradan geçen 5 seneden sonra bile her baktığımda; Hindistan’ın fotoğrafçılar için inanılmaz bir cennet olduğunu görüyorum. Bize göre Hindistan’da akıp giden hayat, onlar için zorluklarla dolu. Ancak hiç şikayet edenine rastlamadım. Hindu dininin ve kast sisteminin bunda etkisi çok büyük. Hinduizm’in yazılı bir kitabı bulunmuyor ve halk dini görevlerini GURU denen şeyh ve şıhlardan öğreniyor. Guru’ların bu zavallı ve fakir halktan, onlar adına dua etmek için aldıkları paralarla lüks hayat sürdüklerini söylemeye gerek yok sanırım. 🙂 Guru’lar bu zavallı halka sürekli olarak şunu öğütlüyorlar; Tanrılarımız sizi bu hayatınızda fakir olarak dünyaya getirdi ve sizi imtihan ediyor. Onlara fakirliğiniz için asla isyan etmeyin, görevlerinizi en iyi şekilde yerine getirirseniz, Tanrılarımız da sizi, bir sonraki hayatınızda bizim gibi üst sınıftan bir din adamı olarak
dünyaya getirebilir ve bu hayatınızda çektiğiniz sefaletin mükafatını bir sonraki hayatınızda alabilirsiniz. Halk cahil olunca ve sorgusuz sualsiz inandığı için, birileri her zaman bunu kendi çıkarları için kullanıyor. Zannetmeyin ki bu sadece Hindistan’da böyle. Dünyanın her yerinde maalesef din sömürüsü bulunuyor.
Jaipur’un dar ve zengin fotoğrafik malzeme ile dolu bir sokağında plastik bileziklere; Isı yoluyla pırlanta işleyen kızların fotoğrafını çektikten sonra yürürken, evinin girişinde ütü yapan fotoğraftaki bu kadını gördüm. Üstelik kadının kullandığı ütü, antikacılarda satılan ve sadece süs amaçlı olan kömürlü ütüydü. Bu karenin çok güzel bir gündelik yaşam karesi olacağını düşündüm. Fakat bir sorun vardı. Fotoğraflarını çekmek için izin almak lazım ve her zaman olduğu gibi izin vermeme ihtimalleri var. Aşkım yanımda olduğu için izin almam daha kolaylaştı. Ütü yapan kadın izin verdi ama yerde oturan, ütücü kadının annesi olduğunu tahmin ettiğim yaşlı kadın, fotoğrafımda ona teklif ettiğim başrolü kabul etmeyerek, sağa dönerek yüzünü gizledi.
Fotoğraf Nikon D50 ve Sigma 12-24 mm lens ile 1/8 perde hızı ve f4.5 diyaframda 12 mm de elde çektim.
Jaipurda konakladığımız otelin bahçesinde açık havada benim açımdan çok da doyurucu olmayan kahvaltı sonrasında, fotoğraf çekmek üzere Aşkımla şehir merkezine doğru bir motorlu Rikşa ile gittik. Hindistan’a gitmeden önce Jaipur’la ilgili çok şeyler okumuştum fakat gittiğimiz günün ertesi günü Pazar olduğundan çarşıda neredeyse her yer kapalıydı. Kelimenin tam anlamıyla, kös kös gezerken, kendimizi bir anda çok kalabalık bir Pazar yerinde bulduk. En sevdiğim fotoğraf türü olan insan fotoğrafı çekmek üzere hemen Sigma 70-300 mm tele objektifimi taktım. Tele objektifle çekim yapmakdaki amacım; Fotoğraftaki alan derinliğini azaltarak kalabalık içinde sadece netlik yaptığım kişilerin net çıkmasını ve arka planın gözü rahatsız etmeyecek şekilde bulanık görünmesini sağlamaktı. Sadece bıçak satan orta yaşlı bir kadın, ona göre izinsiz ama bana göre makinemin o koca tele objektifini ona doğrultup göstere göstere çektiğim fotoğrafı için çok sinirlenmiş olacak ki; Sattığı bıçaklardan birini kapıp beni kovalayacak gibi yaptı. Genelde soğuk kanlı bir yapım vardır, Erkekliğin onda dokuzu kaçmak derler ya kaçmadım… Zaten o kalabalıkta da nasıl ve nereye kaçacağım. Kadın sonra bana ters ters bakarak, gözleri ve mimikleriyle evire çevire beni bir güzel dövdü sanırım. Bende elimle, dilimle ve bedenimle defalarca özür diledim. Bu, Varanasi kentinde kara kuru ölü yakıcı adamın çok uzaktan çektiğim tek bir kare fotoğraf için yaptığı ciddi saldırıdan sonraki maruz kaldığım, son ama çok da önemli olmayan bir saldırıydı.
Fotoğraftaki bu kadın; Pazar yerinde etrafı seyrediyordu. Gizlice 2 kare fotoğrafını çekebildim. Başını örttüğü örtünün rengi ve yüz ifadesi çok güzeldi.
Nikon D50, Sigma 70-300 perde hızı 1/125 f5.6 300 mm de
27 gündür Hindistandayım ve halen portre fotoğrafına aç bir şekilde Pushkar sokaklarında geziyordum. Gözümün önünden o kadar güzel kadın ve erkek yüzleri geçip gidiyorlardı ama hiçbirinden fotoğraf çekmek için izin istemeye cesaret edemiyordum. Zaten büyük çoğunluğu hayır diyordu. Bu duruma bir çözüm bulmam gerekti ve çözümü; Caddenin ortasına makinem gözümde bana doğru gelen kalabalığa bakar şekilde durdum. Ve fotoğrafını çekeceğim güzel bir yüz beklemeye başladım. Böylelikle kimseden izin isteme ve alamama riskine de girmeyecektim. Daha doğrusu kimse kimin veya neyin fotoğrafını çektiğimi bilmeyecekti. Sadece bana doğru gelen herkes onun fotoğrafını çektiğimi düşünücekti. Allahtan makine gözümde çok beklemedim. Bu adamın, rengarenk sarığını ve yüz çehresini, kalabalık arasından vizörümden gördüm. Makinemi daha önceden çekeceğim konu hareketli olduğu için perde hızı önceliğine aldım ve 1/200 perde hızını seçtim. O zaman VR lensimde yok. Adam bana doğru yavaş yavaş yaklaşıyordu. Makinemin netlik modunu da AF-A; Yani makine fotoğrafı çekilecek konuya hareket halinde bile olsa netlik sağlamadan deklanşöre basılmasına izin vermeyen konuma getirmiştim. Bu modun iyi tarafı,bulanık fotoğraf çekilmesine izin vermemesiydi. Öte yandan ters ışıktaydım ve kontrast yetersizliği nedeniyle makine netliği yapmakta zorlanıyordu. Birde olaya Sigma 70-300mm lensin netliği kaçırdığında netlik yapmak için çıkardığı ses JİİİKKK-JİİİİİKKKKK de eklenince; İnsan saçını-başını yolacak hale geliyor Allahtan bu sefer netliği kaçırıp beni çıldırtmadı. Zaten yolacak fazla saç da yoktu bende. 🙂 Adam vizörde bana iyiden iyiye yaklaşmaya ve fotoğrafını çekeceğim sınır noktayı geçmeye çok yaklaşmıştı. Başta lensi ayarladığım 300 mm odak, adam yaklaştığı için fazla gelmişti. Hemen bu çektiğim kadraja ayarladım ve deklanşöre sadece 1 kez basabildim 2. bir kare çekemeden adam Pushkar’ın caddesinde kalabalığa karışıp gözden kaybolup gitmişti bile.
Nikon D50, Sigma 70-300 mm Perde hızı 1/200 f5.3 240 mm de elde çekim.
Lisede sanat tarihi dersinde ballandıra ballandıra anlatılan Taç Mahal’i ilk defa gördüm ama bir farkla, kitaptaki fotoğraflarından çok daha mükemmel bir eser vardı karşımda. Şah Cihan ve eşi Mümtaz Mahal arasındaki aşkı kıskandım desem yeridir. Nasıl bir aşktır ki 21 yıl süren bir inşaat sürecinde dünya mimarisinin en güzel eserlerinden birini meydana getirmiştir. Aşkların ve ilişkilerin çok çabuk bittiği günümüzde yaşasalardı acaba Şah Cihan, karısına yine aynı aşkı hissedip öldüğünde, onun için böyle bir anıt mezar olarak yaptırır mıydı? Yoksa ülkesindeki enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlarla uğraşırken, bu aşkta bütün bunlardan nasibini alarak kaybolup gider miydi? Bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Taç Mahal’in giriş platformundan önce, aşkımla ayakkabılarımızı çıkarıp, çıplak ayakla yapının üst platformunda Şah Cihan ve eşinin temsili mezarlarını ziyaret ettikten sonra, yapının etrafında fotoğraf çekerek dolaşmaya başladık. Aşkım; Rengarenk kıyafetleri içinde Hintli kadınların fotoğrafını çekmeyi çok sevdiğimi bildiği için. Kadınların fotoğraflarını çekebilmem için duruma göre sözlü ya da kaş-göz işaretleriyle bana; “Bak soldalar, sağdalar, şu taraftalar” türünden beni yönlendiriyordu. Üst platformda işimiz bittikten sonra aşağı platformda gezerken kendimce halen güzel bir kadın fotoğrafı çekemediğim için hayıflanıyordum ki, Aşkım; Sol tarafımdan gelen bu 6 tane kadını bana kaş-gözle işaret etti. Bende bu fotoğrafı, Nikon D50, Sigma 12-24 mm perde hızı 1/200 f8 ve 24 mm ile çektim.
Gün boyu 34-35 derece kızgın güneşin altında, ganj nehrinin kenarındaki ghatlarda (Ghat: Ganj nehrinin yılın belli bölümlerinde yükselip alçalması olayına karşı nehre inişi ve çıkışı kolaylaştırmak için yapılan basamaklara verilen isimdir) fotoğraf çektikten sonra beynimiz pişmiş bir halde; konakladığımız apartmandan bozma motele Varanasinin dar sokaklarından ganj nehrine paralel bir şekilde yürürken ana caddeler tarafından yolumuz kesiliyordu. Bu ana caddeler üzerine çoğunlukla kadınların satıcı oldukları pazar yerlerinden geçerken saat 17:00’ i gösteriyordu. Mandarin ve diğer meyvelerden almak için bu kadının yerde kurulu tezgahının önünde durduk. Bu arada geniş açı lensimin avantajından faydalanıp meyveleri çekiyor gibi yaparak satıcı kadın ve diğer 2 müşteriyi
görüntüledim. Belki etik olarak fotoğraf çekerken izin almalıydın diye düşünebilirsiniz ama bu belgesel kareyi kadına sorarak riske atamazdım. Büyük bir ihtimalle hayır diyecekti. Nerden biliyorsun diye sorarsanız, daha önce defalarca HAYIR cevabını almıştım ve bu oran kadınlarda daha da fazlaydı.
Kadın; tam tüccardı… İstediğimiz yarım kilo Mandarin ona az gelmiş olacak ki fazla satmak için sol elindeki 1 kg’lık ağırlık demiri gösterip ” 1 kg ister misiniz ? ” türünden sordu. Aşkımda kabul etti ve 1 kg mandarine 60 kuruş ödedik. Bizde mandarin’in kg fiyatı 2 TL’ nin altına hiç düşmez herhalde…Fakir memleketi şu Hindistan, insanın orada yaşayası geliyor..
Bu arada sağdaki Hintli kadın ile adam arasındaki bakışma da objektifimden kaçmadı. Yalnız kadın adama yiyecek gibi bakıyordu.
Nikon D50, Sigma 12-24 mm Perde hızı 1/15 f5 15 mm de elde çekim.
Hintliler; Her akşam hava kararmaya başladığında Ganj nehrine olan şükranlarını bildirmek amacıyla Dasaswamedh ghat denilen tekne turlarının yapıldığı yerde GANGA AARTI adlı bir tören düzenliyorlar. Amaç, Ganj annelerine verdiği nimetler için teşekkür etmek. Tören başlarken alandaki bayrak direğine benzeyen direklere bağlanmış 14 tane küçük çan, bu çanlara bağlanmış iplerle çalınmaya başlıyor. Çan sesleri başlarda insanı çok etkiliyor ama tören boyunca ritm olmadan rastgele çalındığı için 1 saatin sonunda artık ızdırap vermeye başlıyor. Törende 7 tane genç ellerinde birden çok ateşin bir arada yandığı meşalelerle çeşitli figürler sergiliyorlar. Herkes bu gösteriyi büyülenmiş bir şekilde izliyor.
Aşkımla basamaklara oturmuş töreni izlerken, sol tarafımızda seyircilerin arasında yerde yatarak dinlenen bir inek gördük. Hindu kadının biri de; Dua okuyarak ineğin etrafında yangından mal kaçırır gibi hem tur atıyor hemde her turun sonunda ineğin kuyruk kısmına dokunuyordu. Gülmeye başladım ve gülmekten kadının attığı turları sayamadım. Bu ibadet acaba hızlı yapılınca mı kabul ediliyordu yoksa inek kalkar, gider da ibadet yarım kalır diye mi kadın bu şekilde hızlı davrandı halen merak ederim. Belki de ibadeti bitirip töreni izlemek istiyor da olabilirdi. Herneyse..
Hindular, tören sonunda; 5-10 rupiye (42 Rupi=1 dolar) satılan, içerisinde mum ve karanfilin çiçek kısmı olan, bir tür ağaç yaprağından preslenerek yapılmış küçük bir kayığın içindeki mumu yakıp bir dilek tutarak Ganj nehrine bırakıyorlar. Mum, sönmeden Ganj nehrinde gittiği sürece dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Fotoğrafın üst kısımlarında gördüğünüz çizgiler bu mumların 6 saniye pozlandığı sürede oluşturduğu çizgilerdir. İstisnasız her akşam Ganj nehrinin üzerinde yüzlerce mumun oluşturduğu muhteşem bir ışık gösterisi sergileniyor.
Aşkım da bu mumlu kayıklardan 2 tane aldı, içindeki mumu yakarak; Ganj nehrinin korunması ve daha fazla kirletilmemesini dileyerek nehre bıraktı. Umarım dileğimiz gerçekleşir.
Nikon D50, Nikon 28-105 mm perde hızı 6 saniye f4.2 48 mm de sehpada çekildi.
Türk Nikon olarak Ümit Alper Tümen’e bize ayırmış olduğu vakit için çok teşekkür ederiz. Vizöründen gördüklerini bize bugün o kadar akıcı ve detaylı anlattı ki yazıyı hazırlarken bile bir solukta, bir sonraki fotoğrafın hikayesini merak ederek okuduk. Umarız sizlerde aynı keyfi alırsınız.
Ümit Alper Tümen’e kişisel blog adresinden de ulaşabilirsiniz.
Sizde konuk fotoğrafçı serimizin içinde yer almak istiyorsanız. Bizimle info@fotopedi.org adresinden irtibata geçebilirsiniz. Konuk Fotoğrafçı adaylarından beklentimiz; kısa özgeçmişinizle birlikte, en fazla 10 fotoğraftan oluşan tercihen bir konu etrafında toplanmış portfolyonuzu (Nikon’la çekilmiş olması şartı aranmamaktadır) her bir fotoğrafınızın hikayesiyle birlikte bize e-mail ile göndermeniz. Gönderinizi takiben yapılacak değerlendirme neticesinde sizde bu projenin bir parçası olabilirsiniz.
İlk görüş bildiren siz olun