Gezmek, seyahat etmek, farklı insanları ve kültürleri tanırken yeni yerler keşfetmek, her zaman insan için yenileyici ve heyecan verici olmuştur. Bu düşünceyle yola çıkarak sizleri Türk Nikon Gezi Fotoğrafçılığı serisi ile tanıştırmıştık.
Bugün gezi fotoğrafçılığı serisinde Arnavutluk sokaklarında dolaşıyor olacağız. Fotoğraf kareleriyle ve anlatımıyla bizlere Arnavutluk’u anlatacak kişi Kıvanç Ekinci oluyor. Kısa bir alıntıyla ön bilgi vermiş olalım ve ardından sizi Arnavutluk fotoğrafları ve gezi notlarıyla baş başa bırakalım.
1982 Istanbul, Sarıyer doğumluyum. Özel bir şirkette finans bölümünde çalışıyorum. Küçük yaşlardan beri Sarıyer Spor Kulübü’nün maçlarını takip ederdim, sonraları kompakt fotoğraf makineleri yaygınlaşmaya başlayınca son 10 yıldır gittiğim maçlarda fotoğraflar çekerek bunları arşivlemeye başladım. Böylece fotoğraf çekmenin büyüsünün ben de farkına vardım, şimdi başkalarıyla paylaşmaya değer bulduğum her konunun fotoğrafını çekiyorum. Fotoğrafçılık konusunda teknik anlamda çok fazla yetkin olmamakla birlikte, her karede daha fazla şey öğrendiğimi düşünüyorum.
Gezi Fotoğrafçılığı Serisi – Arnavutluk
Arnavutluk’a gitmeden önce neyle karşılaşacağım konusunda bir fikrim yoktu. Osmanlı kültürünün etkisinden hala ayrılamamış tipik bir Anadolu şehrine mi gidiyordum, yoksa geçmişle olan bağlarının tamamını kopartmış tipik bir Avrupa şehrine mi? Ekonomik sıkıntılar yüzünden suç cennetine dönmüş kirli bir şehir mi, yoksa küçük dünyalarında mutlu hayatlarını süren sevimli insanlarla mı tanışacaktım? Bu soruların cevabını Arnavutluk’ta geçirdiğim kısa ama dolu dolu 3 gün sonunda öğrendim. Orada bunların hepsi varmış meğerse…
Arnavutluk’ta son yıllarda insan kaçakçılığı vakaları çoğaldığı için başkent Tiran’da ki Nene Teresa Havaalanı gümrüğünden geçmek zaman zaman çok sıkıntılı olabiliyormuş, bana da bir iki soru sordular nerede kalacağım, ne kadar kalacağım, neden geldim gibi soruları yanıtlayarak geçen 4-5 dakika sonunda Arnavutluk topraklarına giriş yapabildim. Havaalanından bindiğim taksi beni 4000 lek karşılığında otelime götürdü. Taksicinin bana attığı golün farkına dönüş günü vardım çünkü aynı mesafe için “peki götürürüm ama 2000 lek verirsen” teklifi aldım. Öğrendim ki normal şartlarda 1700 lek civarındaymış havaalanından otelimin olduğu yere kadar olan mesafe.
Otelime geldiğimde beni yeni bir sürprizin beklediğinden habersizdim. Resepsiyonla İngilizce konuşmaya çalışırken peş peşe gelen Türkçe sözlere ilk şaşkınlığımı atana kadar cevap veremedim. Daha sonra muhabbeti koyulaştırdık, resepsiyonda Ergis Prenjasi isimli bir arkadaşla tanıştım. Türkiye’de öğrenci olarak altı sene bulunmuş, fırsat buldukça sohbet ettik kendisiyle.
Arnavutlukta’ki ilk akşamımı sokaklarda geçirmek için bavulumu odaya bırakıp kendimi dışarı atıyorum. O köşe senin bu sokak benim diye dolaşırken ilk dikkatimi çeken her sokakta açılmış irili ufaklı kumarhaneler, sanırım bakkaldan daha çok kumarhane var Tiran sokaklarında. Hava hafif dumanlı, ne oluyor demeye kalmadan inanılmaz bir sağanak başlıyor üstelikte insanı ürkütmeye yetecek kadar şiddetli bir fırtına. Tenteler, şemsiyeler havalarda uçuşmaya başlıyor, ağaçların kırılan dalları yağmurlar birlikte sokaklara yağıyor. Kendimi bir apartmanın kapısının önündeki sığınağın altına güç bela saklıyorum. Benim gibi hazırlıksız yakalanan herkes bir tarafa sığınmış, yanımda genç bir Arnavut bayan beliriyor, Arnavutça selam gibi bir şeyler söyleyince, İngilizce cevap veriyorum. Kendisini yağmurun dinmesini hemen bitişikteki kafede beklemeye razı edene kadar yağmur hafifliyor. Ama yine de Flladjana nezaketini koruyarak kahveleri içene kadar benimle kalıyor. Kendisi tablet bilgisayarımdaki haritanın üzerinde Tiran’da nereleri görmem gerektiğini işaretliyor, ertesi gün gitmeyi düşündüğüm diğer kentlerle ve güzergâhla ilgili de bilgiler veriyor. Dahası Tiran’a geri döndüğümde akşam yemeği için de söz alıyorum, yağmurun bereketi bu olsa gerek, Arnavutluk için iyi bir başlangıç sayılır. Yağmurun ardından hava epey serinliyor. Karnımı doyurup dinlenmeye çekiliyorum.
Ertesi sabah resepsiyonun da yardımıyla bir otomobil kiralayarak önce Durres, oradan da Vlore’nin yolunu tutuyorum. 3-4 saatlik bir sürüşün ardından 150 kilometrelik yol bitiyor ve Vlore’de kalacağım otele varıyorum. Vlore bizim Marmaris veya Didim’in biraz daha ufaltılmışı denebilir. Plajlar boş, hatta bomboş. Arabayla 1-2 kilometre yol alıyorum plajın kenarından, denize giren birkaç kişiye rastlıyorum. Üstelik hem plaj, hem de deniz tertemiz. Hava biraz bulutlu olsa da etrafın insana yalnızlık hissini tattıracak kadar ıssız olmasına biraz şaşırıyorum. Kendimi ıssız adada tek başına yaşayan kazazede gibi hayal ederek akşama kadar güneşleniyor ve Vlore kumsallarında eşsiz doğa manzaralarını seyrediyorum. Akşam kentin işlek caddelerine gidince gündüzün tam tersine sıkı bir kalabalıkla karşılaşıyorum. Parklar, bahçeler, kafeler, restoranlar ağzına kadar dolu. Başka yerlerde de var mı bilmiyorum ama benim ilk defa Arnavutluk’ta gördüğüm Akdeniz Fast food dükkânları var. Mantık fast food mantığı ama gıdalar daha sağlıklı, salatalar, balıklar gibi menüleri var. Sokaklarda dolaşan kalabalığı izleyerek balıklı salatamı yiyorum.
Arnavutluk’taki ikinci sabahımda oldukça erken kalkıyorum, sabah 7:30 da kahvaltımı bitirip Vlore’de ki otelimden ayrılıyorum. İlk hedef Berat, arabama atlayıp 80 kmlik yolu gitmeye başlıyorum. Yol 80 km. olunca 1 saatte giderim sandım, meğerse çok yanılmışım. Arnavutluk karayolları idarecilerinin taammüden adam öldürmekten yargılanması gerekir. Aslına bakarsanız yol diye bir şey genellikle yok, yemyeşil tarla ve ormanlık alanların arasında araba geçecek kadar açılmış boşluklar var. Arabanızı abartı bir çukura düşürerek bir tarafını kırmanız ve yola devam edememe riskiniz var. Konuştuğum kişilerden öğrendiğim, benim ziyaretimden 1-2 hafta önce seçimleri kazanarak iktidara gelmiş olan sosyalist partinin en büyük vaatlerinden biri Arnavutluk’u baştan aşağı karayolu ağı ile donatmak imiş.
Berat’a varmam 2,5 saat sürüyor. Saat 10 gibi dolaşmaya başladığım Berat, Unesco’nun Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor. 75bin nüfuslu bu minik şehirde ilk yerleşim milattan önce 600’lerde Yunanlılar tarafından yapılmış, onları zaman içinde Romalılar, Makedonlar, en sonunda da Osmanlılar izlemiş. Eski Şehir diye adlandırılan Berat’ın tarihi bölümünde taştan inşa edilmiş eski evler, dar ve ıssız sokaklar insana yüzyıllar öncesine ışınlanmış olma hissi veriyor.
Berat’ın görmeye değer başka bir noktası da kalesi. Kaleye yürüme tırmanmak isterseniz yaklaşık 1 kilometrelik dimdik bir yokuşla başa çıkmak zorundasınız. Kaleiçi evleri ve sokakları insanı büyülemeye devam ediyor. Vlore’nin kumsalları gibi Berat’ın bu tarihi siteleri de bomboş. Bir şişe su alacak bir yeri bulmak beni sevindiriyor çünkü etrafta bir iki yaşlı teyzeden başka kimsecikler yok. Uzaklarda bir tepenin üzerinde NEVER yani İngilizce asla diye yazıyor, nedir bu diye soruşturuyorum, öğreniyorum ki eskiden burada ülkenin anlı-şanlı diktatörü Enver hocanın ismi yazıyormuş, Enver Hoca’dan sonra harflerde ufak bir değişiklikle ENVER olmuş NEVER. 41 sene boyunca ülkeyi tüm dünyadan izole bir şekilde yaşamaya mahkûm eden Enver Hoca halkın tamamına yakın kısmı tarafından büyük bir nefretle anılıyor. Günümüzde de tiranlık sevdasında olanlar varsa göz önüne almalı bu durumu. Enver Hoca Arnavutluk’u Dünya’nın ilk resmi ateist ülkesi olarak ilan etti. Ülkede birçok diğer şey gibi herhangi bir dine mensup olmayı da yasakladı.
Saat 1’e doğru Shen Bitrit Katedrali’ne gidiyorum, önce biraz resim çekip, sonrada Katedralin kapısında durup beni içeri davet eden Bey’den Elbasan’a nasıl gideceğimin tarifini alıyorum. Katedralin önüne park ettiğim arabama binip Elbasan yollarına düşüyorum. Tarife göre önce Fier’e gidip oradan Elbasan yoluna girecektim ama nasıl olduysa yoldaki tabelalar kafamı karıştırdı ve başka bir yoldan, daha doğrusu genişçe bir patikadan gitmeye başladım. 70 kilometrelik mesafeyi, ara sıra koyun, keçi ve diğer hayvan sürülerinin, köy pazarlarının, eşeği ile meyve taşıyan köylülerin arasından geçerek iki saatten fazla bir sürede tamamladım. Bu güzergâh insanı yorsa da hiç bitmese isteği uyandırmıyor değil. Yol kenarında ki insanların suratına doğru bakarsanız başları ile selamlıyorlar sizi, balkon gibi bir yerde oturan insanlara boşalmış pet şişemi gösterip el işaretleri ile su istiyorum, bahçedeki bir musluktan doldurup geri veriyorlar şişemi, gülümseyerek vedalaşıp ayrılıyorum.
Saat 3:00 ve artık Elbasan’dayım. Arnavutluk’un her yerinde olduğu gibi Elbasan’da da Rahibe Terasa’nın bir heykeli var. Batı medyasında Rahibe Terasa olarak tanıtılan şahıs aslında 1910 Üsküp doğumlu Arnavut bir Osmanlı vatandaşı, esas ismi ise Agnes Gonca Boyacı.
Elbasan’ın dev meydanında heykeli olan bir başka isim de Akif Paşa, Akif Paşa Arnavutluk’un bağımsızlık bildirgesini hazırlayan isim. Gözüme kestirdiğim bir restorana dalıyorum çünkü iyice açıktım. Meşhur Elbasan tava’yı soruyorum, hayhay diyorlar. Yemeklerden söz açmışken Arnavut Ciğeri denen şeyin Arnavutlarla bir ilgisi yok, hatta Arnavut Kaldırımı diye de bir şey söz konusu değil.
Restorandaki Ditmir isimli garsonla ahbap oluyoruz. Arnavut ciğeri ve kaldırımı yok ama Ditmir’de Arnavut İnadı var, Arnavut diyorum, yok şikiptar (Shqiptar) diyeceksin diyor. Arnavut ismini kabul ettiremedim. Doğrusu kartal kelimesinden gelen şikiptar olmalıymış. Aslında Arnavutluk diye bir ülke de yok, ülkenin resmi ismi olan Republika e Shqipërisë Kartallar Cumhuriyeti demekmiş.
Arnavutluk Enver Hoca’nın baskısından kurtulduktan sonra bu sefer de Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde yaşanan kanlı savaşla boğuşmuş. Son 10 yılda ise inanılmaz bir ivme kazanarak tüm uluslararası tur operatörleri tarafından görülmesi gereken ilk 10 ülke listesine koyuluyor. Arnavutluk’ta sistemli olarak bir Arnavut Ulusu ve güçlü bir Arnavut Milliyetçiliği yaratılmaya çalışılıyor. Her tarafta Arnavut bayrakları görmek mümkün, Sırpları ise hiç sevmiyorlar ve duvar yazılarında Sırplara olan düşmanlık gün yüzüne çıkıyor. Biz laflarken Elbasan tava geliyor, itiraf edeyim hayal ettiğim kadar görkemli değildi. Karnımı doyurup Tiran’a doğru yola çıkıyorum. Elbasan Tiran arası 45 kilometre ama bu sefer yol kısa sürüyor çünkü otoban var ve sürat yapmaya da uygun.
Tiran’a gelince ilk akşam tanıştığım arkadaşım Flladjana’yı arayıp akşam yemeği için sözleşiyoruz. Yemek sonrası Tiran’ın merkezinde biraz tur atıyoruz. Scandenberg ya da İskender Bey heykeli Tiran’ın hatta belki de Arnavutluk’un tam merkezi sayılabilir. İskender Bey küçük bir çocukken ailesinden alınıp Osmanlı sarayında rehin tutulmuş, devşirme olarak Osmanlı ordusunda yer almış en sonunda da isyan bayrağını açarak Osmanlı’nın Arnavutluk’ta yayılmasına karşı savaşarak ömrünü geçirmiş. Hatta o kadar başarılı olmuş ki tarihçiler tarafından, Osmanlının Avrupa’nın geri kalanına yayılmasına en büyük engel olarak gösteriliyor. Bu yüzden de sadece Arnavutluk’ta değil tüm Katolik Hristiyan dünyasında bir kahraman olarak görülüyor.
Tiran’ın göz önünde bulunan bölümleri o kadar güzel düzenlenmiş ki, Avrupa’nın diğer büyük başkentlerinden görünüm olarak bir farkı yok. Oysaki fiyatlar Avrupa’nın en ucuz başkenti unvanını Tiran’a veriyor. Arkadaşımla vedalaşıp ayrılıyorum. Ertesi sabah kiraladığım arabayı firmaya teslim edip, Nene Teresa Havaalanı’nın yolunu tutuyorum. Arnavutluk yollarında 3 günde 450 kilometre sürüş yaptıktan sonra deyim yerindeyse tadı damağımda kalmış halde, ilk fırsatta geri dönmeye karar vererek 1. Arnavutluk macerasına son veriyorum.
Websitesi: http://kivancekinci.com/
Twitter: twitter.com/kivancekinci
Facebook: https://www.
Kıvanç Ekinci’ye gezi fotoğrafçılığı serimize Nikon D7000 ile katıldığı ve bizlerle Arnavutluk gezisini paylaştığı için Türk Nikon olarak teşekkür ediyoruz. Gitmiş kadar olduk diyoruz ve gezi fotoğraflarını anlatımlarıyla beraber paylaşmak isteyen fotoğrafçı dostlar için küçük bir not düşüyoruz.
Sizde bu projenin içinde yer almak istiyorsanız. Bizimle info@fotopedi.org adresinden irtibata geçebilirsiniz. Gezi Fotoğrafları Serisi’ndeki beklentimiz; kısa özgeçmişinizle birlikte, en fazla 25 fotoğraftan oluşan ve “Türk Nikon Gezi Fotoğrafçılığı Serisi” kısmında bahsettiğimiz detayları içerecek şekilde geziyi anlatan fotoğrafları, her bir fotoğrafın hikayesiyle birlikte bize e-mail ile göndermeniz. Gönderinizi takiben yapılacak değerlendirme neticesinde sizde bu projenin bir parçası olabilirsiniz.
İlk görüş bildiren siz olun