Nikon’un Türkiye’deki en keyifli adresi olan Türk Nikon üzerinde beğeniyle takip ettiğiniz “web röportaj” serimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Her biri kendi alanında uzman fotoğrafçılara yer verdiğimiz röportajlarımızda bugün yeni konuğumuz Ahmet Derici. Birçok makine ve ekipmanı kullanan nadir ustalarımızdan biri olan Ahmet Derici, uzun yılların vermiş olduğu tecrübesini bugün Türk Nikon okurlarına aktarıyor olacak.
Bize röportaj imkanı sunduğu ve sorularımızı samimiyetle cevaplandırdığı için kendisine çok teşekkür eder sizleri bu keyifli röportajla başbaşa bırakırız.
1- Öncelikle bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Ahmet Derici kimdir?
1979 Gaziantep doğumluyum, İlkokul yıllarımdan beri yaklaşık 25 yıldır ailem Bursa’da ikamet ediyor. 1992 yılından bu yana fotoğrafçılığın hep içinde oldum. Babamın da desteği ile bir meslek öğrenmek amacıyla çırak olarak henüz 13 yaşında iken Bursa’da profesyonel sistemler ile tanıştım. Görsel sanatlara olan ilgim bu mesleği farklı bir boyuta taşımama sebep oldu. Çocukluk hayalim zamanı durdurmaktı ve durdurmanın tek yolu buydu 🙂 Özellikle ekipman ve optik alanında uzun araştırmalar yaparak bilgi birikimi ve tecrübemi forumlar aracılığı ile fotoğraf sever arkadaşlarıma aktarmaya çalıştım. Bu sayede binlerce birbirinden değerli arkadaş ve birer dost edindim diyebilirim. Önceleri stüdyoda çalışma ile başlayan fotoğrafçılık zamanla yerini tutkuya bıraktı. Türk Hava kuvvetlerinde 12 yıldır görev yapıyorum ve mesleğim gereği Türkiye’nin farklı bölgelerinde görevlerde bulundum ve gözlemlediğim farklı kültürleri fotoğraf karelerine yansıtarak çevremdeki insanlar ile paylaşmaya çalıştım. Görevli bulunduğum yerlerde çeşitli sergilere fotoğraflarım ile katıldım.
2- Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız? İlk fotoğraf makineniz hangisiydi?
İlk kullandığım makine babama ait 35mm filmli bir gövde idi. Filmli makinenin verdiği o değişik tadı asla unutamıyorum. Ancak bunu tutkuya dönüştüren stüdyoda çırak olarak işe başladığım yıllarda kullandığım Mamiya RB67 orta format gövde oldu. Filmli gövdelerin verdiği doku ve detay kalitesi ile orta formatın derinliği beni fotoğrafa bağlayan en önemli unsur oldu diyebilirim. Bu etkiyi şimdiki APS-C ve FF sensörlü gövdelerden almak oldukça zor. Zamanı durdurmayı seviyorum. Bunu bana elimdeki küçük karanlık kutu sevdiriyor, bu çok farklı bir heyecan. Şuan hali hazırda Nikon D700 ve Pentax K10D GP sistemleri bir arada kullanıyorum. Benim için tek bir marka yada model değilde kişinin memnun olduğu ve istediği sonucu hangi sistemde aldığı önemli bir durum.
3- Elinizden çok sayıda makine geçmiş, yaklaşık 20 yıllık tecrübenize dayanarak SLR den DSLR geçiş dönemini nasıl yorumlarsınız. Bu geçiş süreciyle sizce neler değişti? Fotoğrafçılar neleri kazandı neleri kaybetti.
Farklı markaların neredeyse tüm D-SLR sistemlerini kullanma fırsatım oldu diyebilirim. SLR konusunda ise 1970 ‘li yılların sistemlerine yetiştiğim için kendimi şanslı görüyorum. Analog SLR sistemlerden dijital D-SLR sistemlere geçişi profesyonel anlamda kullanarak yaşadım. Bu durum büyük bir kolaylığı yanında getirirken fotoğraftaki kalite anlamında filmli sistemlerden alınan doku ve detay kalitesi yerini tozlardan arındırılmaya çalışılmış olduğundan daha temiz görünen işlenmiş karelere bıraktı. Bu nedenle filmliye en yakın kaliteyi veren CCD sensörler her zaman favorim oldu. Yeni nesil daha ucuz CMOS sensörlerin hala bu kaliteye ulaşamadığını düşünüyorum. Şuan dijitalde işleme kalitesini beğendiğim üç yada dört gövde var bunu polemik olmaması açısından kendime saklıyorum 🙂 Analog sistemdeki vizör ile göz arasındaki karanlık oda ve gözün aynadan gördüğü birebir canlı görüntü olmazsa olmazım ancak korkarım yeni nesil aynasız sistemler bizi aynalı optik vizörlerden koparmak üzere..Sistem bu yönde ilerliyor ve elektronik vizörler zamanla yerini almaya başlayacak gibi görünüyor. Bu durum bence kullanımı körelten bir durum… Bu nedenle artık optik vizörlü D-SLR gövdelerimin yanında mutlaka 1976 model Pentax ME marka 35mm filmli gövdemi her zaman yanımda bulunduruyorum.
4- Mevcut teknolojiyi eskitmeden bir yenisi artık çok daha hızlı çıkıyor. Bu gelişmeler sizce nereye kadar gidecek. Önümüzdeki yıllarda kamera ve ojektifler de nasıl değişiklikler bekliyorsunuz?
Haklısınız, birini tam çözmeye başlamışken bir diğerine alışmaya çalışmak insanı hem maddi hem manevi anlamda oldukça yorabiliyor. Sistem piyasayı tekelinde bulunduran birkaç firma için genel anlamda özellikle giriş seviyesinde minimum maliyet maksimum kar oranı ile ilerliyor ve bu nedenle müşteri eski kaliteyi bulmakta zorlanıyor. Artık günümüzde giriş seviyesi bir gövde 24 MP gibi devasa boyutlarda fotoğraf çıktısı alabilir hale getirildi ancak bu ne kadar doğru bir durum bu tartışılır. Çünkü fotoğrafa yeni başlayan ve yüksek MP değerlerine ihtiyaç duyacak çıktıları almayacak biri için bence 24 MP oldukça yüksek değerler. Bu nedenle bu tür gövdelerde tam boy fotoğrafları incelediğimizde doku ve detay kalitesinin düştüğünü görebiliyoruz. Bu hızda Megapiksel artışı aslında bana göre çok yanlış bir satış stratejisi. Henüz kalite belirli bir düzeye getirilmeden giriş seviyesinden bu boyutlarda çıktı almak oldukça gereksiz bir durum ama firmalar daha fazla kar elde etmek için bunu kullanmak zorunda olduklarını biliyorlar. İleride özellikle gövdelerde tam dokunmatik sistem ve birbirine entegre kişiselleştirilebilir menü sistemine sahip şuanki android sistemleri andıran kompleksler bekliyorum. Objektiflerde daha yüksek hız ve hafifliği (bunu muhtemelen cama alternatif bir materyal geliştirerek yapacaklar) ileride değiştirilecek en önemli unsurlar olarak görüyorum. Ayrıca birbirine entegre optik sistemler olabileceğini düşünüyorum (örneğin bir 50mm nin ucuna 200mm entegre ederek 50-200 elde edilebilir 🙂 Benim asıl mesleğim tasarım bu konuda binlerce fikir üretebilirim. Bu yüzden bu konuyu daha fazla bulandırmak istemiyorum. Fiyat performansı orantılı kaliteli malzemeler üretsinler bu bizim için yeterli…
5- Çevremizde ekipmana boğulmuş çok sayıda insan var. En iyi fotoğraf makinesinin veya objektifin en güzel fotoğrafı çekeceğini düşünüyorlar. Tecrübelerinize dayanarak özellikle fotoğraf çekmeye yeni başlayan bu röportajı takip eden Türk Nikon okuyucuları için ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Bu benim özellikle üzerinde durduğum bir konu. Çoğu arkadaşım bu sebeple beni aradığında “en iyi çeken makineyi kendisine önermemi istiyor” İyi bir fotoğrafı bir kompakt ilede çekebilirsiniz. Bu insanın bakış açısına ve gördüğünü yansıtabilme yeteneği ile sınırlı bir durum. Bu sınırı genişletmek yine sizin elinizde. Gördüğünüz objeleri ve hayattan kareleri mümkün olduğunca çok fotoğrafa yansıtmak insanı geliştiriyor. Fotoğraf makinesi ve objektifin kalitesi mutlaka iyi bir fotoğrafçı için bir gün gerekli oluyor ancak bunu kullanmayı iyi bilmek işin başlıca kuralı…Ekipman konusunda kişinin öncelikle o anki durumuna ve amacına yönelik sisteme yönelmesini en doğru karar olarak görüyorum ve karşılaştığım kişilere öncelikle amaca yönelik sistemleri önermeye çalışıyorum. Bu gereksiz ekipman alımına ve kullanımına karşı oldukça etkileyici. Çünkü kimi zaman “Ben daha iyi çekebilmek ve ileride bir daha alıp satmakla uğraşmamak için sizin önerdiğiniz sistemin en üstün modelini aldım ama internette gördüğüm kareleri çekemiyorum” gibi durumlar ile karşılaştığımda oluyor 🙂
6- İnternette Pentax diye arama yapanlar mutlaka sizle veya çektiğiniz fotoğraflarla karşılaşacaktır. Pentax’ın fahri temsilcisi olduğunuzu söylesek yalan olmaz. Sizi Pentax’a çeken ne oldu? Nikon, Canon ve Pentax’ın sizce artı ve eksileri nelerdir?
Aslında yıllardır her 3 markayıda kullanan biriyim ancak Pentax benim profesyonel anlamda kullandığım ilk SLR sistemim oldu (35mm filmli) Bunun yanında özellikle 2006 yılında aldığım Pentax K10D’nin verdiği doku ve detay kalitesi ile doğal renkleri beni fotoğrafa “dijitalde” tekrar bağlayan en önemli unsur oldu. Halen piyasadaki tüm dijtal gövdeler içinde filmli sistemlerin verdiği kaliteye en yakın imajı Leica haricinde Sigma SD1 ve Pentax K10D nin verdiğini düşünüyorum. Bunun yanında Nikon D700, NikonD3 ve Canon 5D MKI ve MKII gibi sınıfının en çok satan sistemlerinide alıp kullanıyorum.
Canon 5D ve Nikon D700 sistemleri ise duruma göre özel çekimlerde, duruma göre (genelde) iş amaçlı kullanmaya çalışıyorum. Şahsen kullandığım Full frame D-SLR gövdeler içinde bu iki modelin sonuçlarını oldukça beğeniyorum. Her markanın ve modelin kendine göre artı ve eksi yönleri var ancak genelde ben Nikon’u hızı ve imaj kalitesi için, Canon’u kullanım kolaylığı ve etkileyici sonuçları için, Pentax’ı ise gerçeğe en yakın imaj kalitesi için severek kullanıyorum. Şuan en son çıkan sistemler içinde ise dikkatimi en çok çeken ve imaj kalitesini yüksek MP oranına göre en beğendiğim model Nikon D800E oldu diyebilirim.
7- Üç yeni DSLR’ı piyasaya arka arkaya çıkaran Nikon, sizce 2012 yılına nasıl girdi? Özellikle yılın hemen başında çıkardığı Nikon D800 için insanlar sıraya girmiş durumda. Test sonuçları ve ilk kullanıcı görüşleri çok başarılı gözüküyor. Sizin Nikon D800 modelini denediğinizi biliyoruz, sizce Nikon D800 özellikleriyle nasıl? Böyle bir makine sizi heyecanlandırıyor mu?
2012 Nikon D800 yılı oldu diyebilirim. İlk test çekimlerini incelediğimde beni 5D MKIII modelinden daha fazla etkilemeyi başardı. Özellikle D800E versiyonu benim aradığım detay ve doku kalitesine oldukça yakın bir model olarak karşımızda. Bu bağlamda 2012 model Full frame Nikon ailesinin yeni lokomotifi D800 ve D800E oldu diyebilirim. Canon 5D MKIII beklenen çıkışı bana göre yapamadı. 5D MKI ve MKII sensöründe kullanılan merkezi çift çapraz algılayıcı haricindeki diğer sensörlerin düşük ışıkta duyarsız olması büyük bir eksikti ve görüyorum ki öncelikle bu eksiği gidermişler. Her iki gövdenin ham (RAW) karelerini incelediğimde Nikon sistemlerde dokuların daha iyi olduğunu gözlemledim. Canon 5D MKIII ise daha yüzeysel fotoğraflar verebiliyor. Bunun asıl sebebini düşük gürültü (noise) oranına sahip olmak için gereğinden fazla temiz ve pürüzsüz kareler işleyen merkezi analog / dijital konvertörüne bağlıyorum. Gerçek hayat ne yazıkki bu kadar temiz ve pürüzsüz değil. Olması gereken mümkün olduğunca gözün gördüğüne yakın imajı işleyebilmek bu anlamda Nikon ve Pentax modellerini daha başarılı buldum diyebilirim.
8- Kullandığınız ekipmanlar nelerdir?
Nikon D700 + Carl Zeiss 85mm f/1.4 + Nikon AF 80-200mm f/2.8 + 50mm f/1.4D + Tamron 17-35mm f/2.8-4
Pentax K10D Grand Prix + Tamron 70-200mm f/2.8 + Pentax 70mm f/2.4 Limited + Rokinon 14mm f/2.8
35mm Filmli sistem olarak ise Pentax ME + Pentax 50mm f/1.7
9- 85mm ve sonrasını neden ayırıyorsunuz? Sizce neden gerçek hayat f/1.4 den sonra başlıyor?
Portre benim için fotoğrafta bambaşka duygular içeriyor. Farklı insanların farklı hallerini karelemeyi seviyorum. Bu anlamda en iyi portre açısını 85mm ve 135mm olarak görüyorum. İnsanı bulunduğu ortamdan alıp götürmek ise işin en güzel boyutu. Bu etkiyi 1.4 diyaframdan sonra alabiliyorum.Ve bu nedenle benim için fotoğrafta gerçek tat f/1.4 ten sonra alınıyor..
10- Fotoğraflarınızı sosyal medyada paylaşıyor musunuz? Ya da sosyal ağlarda aktif misiniz? Kendi internet siteniz var mı?
Yeni açtığım www.ahmetderici.com kendi resmi kişisel web sitem. Bunun yanında Sosyal ağlarda kendi adım ile fotoğraf paylaşımları yapmaya çalışıyorum. Genelde İnternette farklı forumlarda “yildiz” ve “adr” kullanıcı isimleri ile arkadaşlar beni tanırlar.
11- Beğendiğiniz ya da tarzını sevdiğiniz amatör ya da profesyonel fotoğrafçılar var mı? Varsa bizimle paylaşmak ister misiniz?
Sabit KALFAGİL beğendiğim Türk fotoğrafçılarının başında geliyor diyebilirim. Bunun yanında Rus ve Japon fotoğrafçıları da sürekli takip ediyorum. Nikon kullanıcılarının özellikle Donanımhaber’den yakın olarak tanıdığı “PlutosDaddy” kullanıcı isimli Hakan Friberg fotoğraflarını beğendiğim arkadaşlarımdandır.
12- Fotoğraf için Türkiye’nin birçok yerinde bulundunuz, en çok etkilendiğiniz yer neresi oldu?
Ülkemizin her yeri ayrı bir güzel ve fotoğraf anlamında her yörenin farklı kültürlerini görüp etkilenmemek mümkün değil. Bunların içinde bana en farklı geleni Mardin olmuştur. Farklı ve kendine özgü mimari dokusu ile tarihi zenginliği bir fotoğrafcı için oldukça güzel ve ilginç karelerin alınmasını sağlıyor. Yörede farklı din ve kültürlerin bir arada farklı renklerde yaşıyor olması bulunması zor bir miras bizler için. Bunun yanında İstanbul‘da bu açıdan beni en etkileyen ülke diyebilirim. Ülke diyorum çünkü İstanbul, boğazı ve denizi ile bambaşka havası olan devasa ve büyülü bir mekandır fotoğrafcı için.
13-Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı Türk Nikon okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Görev nedeniyle bulunduğum doğu illerinde karşılaştığım birçok anı oldu tabiki. Bunlardan en trajikomiğini Nikon D700 + 70-200mm ekipman ile portre çekimi esnasında yaşadım. Rahatsız etmemek ve o anki doğal halini yakalamak için habersizce fotoğrafını çekmek istediğim bir çocuğa objektifi doğrulttuğumda sanırım silah zannederek bağrışlar içinde kaçmaya başladı 🙂 Bir süre kovalaştıktan sonra bir yerde oturup durumu izah etmeye çalıştım ve kendisinden özür diledim. Oldukça korkmuş olacak ki elimdeki ekipmana korku dolu gözlerle bakmaya devam ediyordu ve kendi fotoğrafını ekranda gösterdiğimde rahatlayarak gülmeye başladı. Sanırım filmli gövde olsaydı ikna etmem bu kadar kolay olmayacaktı 🙂
14- Sizinle röportaj imkanını bize sunduğunuz için teşekkür ederiz. Son olarak Türk Nikon hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bu güzel söyleşi için ben teşekkür ederim. Türk Nikon‘u kurulduğu günden bu yana bir fotoğrafçı olarak takip etmeye çalışıyorum. Her ne kadar adı Nikon olsa bile fotoğraf adına her markayı ve modeli konuşabildiğimiz tarafsız yaklaşımınız ve fotoğraf bilgisi ile dolu içeriğiniz Türk Nikon’u takip etmeme sebep oluyor diyebilirim. Bundan sonraki yayın hayatınızda aynı heyecan ve fotoğraf / bilgi paylaşımı ile başarılarınızın devamını diliyorum.
İlk görüş bildiren siz olun